Yalnızlık Üzerine
- Mert Ali Aytaç
- 16 Eyl
- 3 dakikada okunur
Yalnızlık üzerine yazılan pek deneme göremedim. En azından genel literatürde yer tutan “kült” denemelerde böyle bir yazı dikkatimi çekmedi. Ben de kendi deneyimlerimden yola çıkarak bu konu üzerine müstakil bir yazı yazmayı doğru buldum.
İlk olarak yalnızlığın tasnifini (kategorizasyonunu) ve kısa bir tanımlamasını yapalım. Ben bu ikisini beraber yapacağım ve her yalnızlık başlığını kendi içinde değerlendireceğim. İlk olarak yalnızlığı üçe ayırmakla başlayalım: maddi, manevi, varoluşsal. Bana “hangisini deneyimledin?” diye soracak olursanız en çok varoluşsal ve manevi yalnızlık olmak üzere üçünü de deneyimleyip tasnif ettiğim kanaatindeyim.
Maddi yalnızlıkla başlayalım o halde. Tabii ki bu üç tipi keskin çizgilerle ayıramayacağız ancak noktalı bir çember çizmek dahi bana kâfi gelir. Maddi yalnızlık benim deyimimle insanın çevresinde pek az insanın bulunmasıdır. Bu insanlar bahsettiğimiz kişiyi manevi olarak doyurmuyor olabilir ancak vardırlar işte. Ararlar, gezer tozarlar, beraber yer içerler vesaire. İşte bu maddi vaziyet ortada mevcut değilse bu “maddi yalnızlıktır”, peki maddi yalnızlık ne kadar önemlidir? Bu biraz da mizaç meselesi olmakla birlikte karakteri gereği yalnız olmayı seven insanlar bunu pek önemsemeyeceklerdir ancak insanın sosyal bir varlık olduğunu unutmamak gerekir ve özellikle maddi veya yüz yüze insan ilişkileri herkes açısından büyük önem taşır ancak en nihayetinde diğer ikisi kadar önemli değildir.
Manevi yalnızlıksa insanın kendini destekleyecek kimseyi görememesi, problemlerini veya düşüncelerini gönül rahatlığıyla açabilecek kimseyi bulamamasıdır. Belki maddi olarak yalnız değildir ancak birçok insanın arasında dahi yalnız hisseder. Konuşmayı özlemiştir, içinde fırtınalar kopsa da kimse çığlıklarına kulak veremez. Genelde insanlar bu yalnızlıklarını aileleri, arkadaşları ve sevgilileriyle geçiştirir ancak bir kunduz oyun makinesi gibi birinin kafasına vursanız da bir diğeri başka bir duygusal zayıflığınızdan ortaya çıkar. Özellikle duygusal yönü ve empati yeteneği kısmen eksik -kendimi de bu gruba dahil edebilirim- insanlar ne kadar normal insanların yetinebileceği kadar bir duygusal desteğe sahip olsalar da bu zayıflıklarından ötürü bu yalnızlığı yaşamaya mahkumdurlar. Ve bu yalnızlık insanı gerçek anlamda üzer ve beynine ister istemez “bu hayatta teksin” mesajı verir ve inanın bu mesajı her gece hissetmek hoş bir mefhum değildir. Psikolojik olarak en yorucusu da varoluşsal yalnızlıkla beraber bu tür yalnızlıktır.
Gelelim sonuncuya, varoluşsal yalnızlık. Ne kadar elit bir psikolojik durum gibi gözükse de ben halk arasında bunun pek yaygın olduğuna eminim. Manevi ve maddi olarak yalnız hissetmeseniz dahi içinizde yaşıyor olmanın verdiği bir ağırlık vardır. İşte bu doyumsuz canavar varoluşsal yalnızlıktır ve aralarındaki en zorudur. Kimi insanlar bu hissi düzenli yaşarken kimileri -benim deneyimimde olduğu gibi- bunu farklı dönemlerde hissederler. Özellikle manevi ve maddi yalnızlığınız haizse bu yalnızlık sizi depresyona sürükleyebilir. Çünkü duygusal bir lal (dilsiz) olmanın ağırlığı yaşamanın ağırlığıyla birleştiğinde gerçekten iyi sonuçlar ortaya çıkmıyor.
Yalnızlıkları az çok tanımladık ve insana nasıl bir his zerk ettiklerinden konuştuk. Gelelim bir diğer konuya, yalnızlığın “illet” boyutuna ulaşması. Bu gerçekten hem mental hem de -belki size saçma gelecek ama- bedensel sağlık açısından gayet önemlidir. Bu illetlik dozu her mizaçta farklıdır ve bir acı eşiği gibi duygusal olarak zayıf ve hassas insanların kotası daha düşüktür. Bu kota aşılınca insanda gözle görülür değişiklikler sezimlemeniz olasıdır. Gelin bu değişikliklere ufak bir bakış atalım.
İlk olarak yalnızlık kotasını aşmış insanlar kabuklarına çekilirler ve yalnızlıktan kurtulmak için pek çaba sarf edemezler. Sadece bir süper kahramanın onları gelip kurtarmasını bekleme çaresizliğindedirler. Ayrıca kendilerini belirli bir konuya adamaya çok meyillilerdir çünkü çığ gibi büyüyen yalnızlıktan kaçabilmenin tek yolu budur. Mesela benim için bu kurtarıcı şey entelektüel faaliyetlerdi. Kitap okumak/yazmak bu canavarın dişlerinin arasına sıkışmaktan beni çoğu zaman kurtaran tek şeydi. Kimisi için bu spor olur, müzik olur, sanat olur. Bu tür meşgaleler insanı bu kötü diyebileceğimiz duygulardan arındırma işlevi üstlenirler. Bir diğer gözlemlediğim ilginç noktaysa bu duruma tutulmuş insanların bir dış uyaran olmadığı sürece durumlarının farkına varamamasıdır. Karışık geldiyse biraz açayım, bahsettiğimiz insanlar yalnızlıklarının farkına varsalar da bunu bir dış gözlemci gibi gözlemleyemezler ve yaşadıkları şeyi çoğu zaman iyi bir şekilde tanımlayamazlar. Bu yüzden bu yaşadıkları şeyle mantıklı bir biçimde yüzleşemezler ta ki dışarıdan birileri ona durumu izah edene kadar. Ben de arkadaşım bana yaşadığım şeyi anlatana kadar bunun yalnızca dönemsel bir his olduğu kanaatindeydim ama şu an bu canavarla daha güçlü şekilde savaşabilecek durumdayım.
Gelelim savaş silahına. Bahsettiğim üzere benim savaş silahım entelektüel faaliyetlerdi ve bu tür faaliyetlerin hem zihinsel hem duygusal açıdan insanı daha zinde bir hale soktuğunu rahatlıkla söyleyebilirim ve yalnız olan ve mücadeleden kaçınmayan, belki bu yazı uyaranı olmuş herkese yegâne tavsiyem bir yalnızlıkla savaşma silahı edinmeleridir. Çünkü bu korkunç ve insanı ele geçiren histen kaçmanın tek yolu budur.
Umarım bu yazının literatürde az da olsa bir yeri olur çünkü dediğim gibi bu konuda pek bir şey bulamadım maalesef. Şunu da belirteyim ki yazdığım denemeler arasında yazarken en zevk aldığım deneme bu oldu. Bir nevi bir katarsis görevi gördü ve beni mutlu etti. Umarım okuyucu da mutludur. Sevgi ve dua ile.
Yorumlar