Komprador
- Mert Ali Aytaç
- 2 gün önce
- 6 dakikada okunur
Toplantı bitti, salon derin bir sessizliğe büründü. Herkes eşzamanlı olarak kravatlarını düzeltip saat tam beşi vurduğunda masadan kalktı. Masada bir kişi vardı, sessiz, kravatı gevşek ve önü iliklenmemiş. Şirketin satış müdürü Sinem Bilal’e baktı, Bilal’in dalgınlığı üstündeydi. Sinem, Bilal’e “Bir daha bu halde gelmeyin işe lütfen, imajımıza zarar veriyorsunuz.” Dedi, Bilal dalgın gözlerle ona baktı ancak konuşmadı. Bir yandan kalemin arkasını dişliyordu. Düşünceliydi. Gözlerini aynı dalgınlıkla sağa çevirdi ve kapıyı gördü. Gözü her zamanki gibi seğiriyordu. Yavaş adımlarla çantasını alıp arkadaşlarının yanına gitti.
Yine iş yerinin önünde arkadaşları oturuyor ve sohbet ediyordu. Her birinin yüzünde aynı duygusuzluk, hareketsizlikten yosun tutmuş yüz mimikleri ve gri bir atmosfer… Bu bütünlük Bilal’i rahatsız etti. Onların yanına oturdu Bilal. Hakan ona bakıp “Nasılsınız Bilal Bey?” dedi, Bilal yanıtlamadı. Dalgınlığı hala üstündeydi, ellerini bağlayıp başını öne eğdi. Fehmi söze girdi: “Bilal Bey neden kravatınız bağlı değil? Satış departmanı müdür yardımcısı olarak bunu sormamı mazur görünüz.” Bilal yine yanıtlamadı ve “İyi akşamlar” deyip oradan kalktı. Biraz ilerlediğinde kendisi gibi firmada yeni işe girmiş olan Hale, Pınar ve Çetin’i gördü. Oturuyorlardı. Pınar Bilal’i görür görmez heyecanını saklayamadı, kekemeliği tutmuştu: “M-m-merhaba B-b-Bilal B-b-Bey nasılsınız?” Bilal Pınar’ın ona karşı olan ilgisinin farkındaydı ancak kısa tuttu cevabını: “İyiyim sen?” Masada derin bir sessizlik oluştu. Kompradorların arasında kimse “sen” diye konuşmazdı, eskimiş bir hitaptı bu ve kullanıldığında sıkça garipsenirdi. Bilal bu sessizliğin farkındaydı ve sordu: “Ne oldu, yanlış bir şey mi dedim? Seni kırdıysam kusura bakma.” Yine sen demişti Bilal ve Çetin belli ki onun bu tavrından rahatsız olmuştu ki saatine baktı. Biraz bekledi ve saat tam altıyı vurunca “Kendinize iyi bakın.” diyerek masadan kalktı. Onunla beraber Hale de masadan kalktı. Pınar ve Bilal konuşmaya başladılar. Pınar sessizliği bozmak için “Bilal Bey sizin bu rahat tavrınıza hayranım doğrusu, nasıl başarabiliyorsunuz bunu?” dedi, gülümsemeye çalıştı ama mimikleri el vermedi. Sahte bir gülümseme çıktı ortaya. Bilal “Ne demek istediğini anlamadım” dedi, Pınar artık bu sözlere dayanamayarak masadan kalktı ve “Kendinize iyi bakın Bilal Bey” dedi. Bilal olanlara anlam veremiyordu. Olmadığı bir toplumun içine doğmuştu sanki, kompradorlar çoktan topluma kendilerini satmışlardı onun gözünde. Söylenerek yürümeye başladı Bilal “Bu insanları anlamak gerçekten zor. Ne diye bağlayacakmışım kravatı mı? Kravatım bağlı olunca da olmayınca da aynı işi yapıyorum sonuçta. Ne fark eder yani? Ya da neden bu resmi konuşmalar? Arkadaş olamaz mıyız yani? Ne var senle konuşmamda? Altıyı vurunca illa kalkacakmış… Böyle hayat mı olur? Ben niye bu insanların arasındayım?”
Daha sonra Davut Usta’nın dükkanının önünde durdu. Gözünün seğirmesi sabahtan beri geçmemişti. Bir tuhaflık var diye düşünmekle yetindi sadece. Davut Usta’nın dükkanına girdi Bilal “Selam Davut Usta, babam bu saati sana getirmemi söyledi. Galiba akreple yelkovanı düşmüş, göstermiyor saati. Ne kadar borcumuz?” “Selam. Size 200 lira olur genç adam” Bilal parayı uzattı ve “Tamam usta buyur” dedi. Adamın gözlerinin içi parıldadı ve Bilal ona saati verdiğinde “Bilal Bey bunun kordonu çok eskimiş, isterseniz onu da değiştireyim 100 liraya.” Bilal “Tamam usta” dedi. Adamın fırsatçılığına aldırış etmemişti. Devam etti Bilal “Babam uğruyor mu bu aralar sana onu hiç buralarda görmüyorum.” Davut Usta söze girdi “Babanız buralara pek gelmiyor bu sıralar, isterseniz yarın beraber gelin saati alın.” Bilal söze girdi “Tamamdır usta” dedi ve tam oradan ayrılacakken ustaya sordu: “Usta kaç gibi geleyim yarın?” Davut Usta kargaları andıran sesiyle bir nida kopardı “Görmüyor musunuz işim var!” Bilal durumu anlayamadı, ustanın elindeki saat kendi saatiydi: “Anlamadım?” dedi ve Davut Usta tekrardan aynı nidayı kopardı: “Görmüyor musunuz işim var!” Bilal anlam veremedi ve oradan sessiz ve yavaş adımlarla uzaklaştı.
Son durağı bakkaldı. Evde sofrada içmek için gazoz almaya girdi bakkala. Saat yedi buçuk olmuştu. Acele etmesi gerekirdi çünkü evde her zaman saat sekizde yemek yenirdi ve sekizden sonra annesi yemek koymaya tenezzül dahi etmezdi. Bakkala alel acele şöyle dedi Bilal “Merhaba ağabey, bir çikolata bir de gazoz ne kadar?” Bakkal Aşkın “Bir bakar mısınız fiyatlarına size zahmet” dedi. Bilal gülmesini tutamadı çünkü bakkal kendi sattığı ürünün fiyatını bilmiyordu. Bakkala dedi ki “Çikolata on beş, gazoz elli lira.” Aşkın hesap makinesini çıkardı, Bilal onun bu hareketine de gülmemek için zor tuttu kendini. Daha sonra Aşkın hesap makinesini Bilal’e gösterip “Altmış beş değil mi Bilal Bey” dedi, Bilal’in yanakları kızarmış suratına içten gelen bir kahkahanın derinlerden gelen coşkusu oturmuştu. “Evet ağabey” dedi Bilal. Bakkal bir daha sordu “Altmış beş değil mi Bilal Bey” Bilal bu sefer kahkahasını tutmadı ve kıkırdamaya başladı. Ağzını eliyle kapattı ve parayı uzatıp “Kolay gelsin” diyerek dükkândan ayrıldı. Dükkândan çıkarken bakkalın ona doğrulttuğu dik ve anlamsız bakışlar da bir o kadar güldürmüştü Bilal’i.
Daha sonra eve gitti. Saat sekizi üç geçiyordu. Bu da demek oluyordu ki evdekiler üç dakika önce yemeye başlamışlardı ve Bilal aç kalacaktı. Bilal annesine dönüp “Anne sadece üç dakika geç kalmışım, hem saati Davut Ustaya verdim saatim de yoktu. Kusura bakma.” dedi. Baba söze girdi: “Bir daha olmasın lütfen, daha dikkatli olun.” dedi, anne ise “Tamam, yemeğinizi koyacağım ancak bunu suistimal etmeyin.” Dedi ve yemeklerini yediler. Ardından Bilal uykuya daldı.
Ertesi gün işe gittiğinde sabah toplantı vardı. Bu bir tanışma toplantısıydı belli ki çünkü sabahları toplantı olmazdı. Sinem müdür olarak neredeyse on dakikadır kapı önünde bekliyordu ve saat tam dokuzu vurduğunda bir hışımla içeri girdi. “Merhabalar, sizlere yeni çalışma arkadaşınız Hira Hanım ile tanıştırayım. Hira Hanım buyurunuz tanıtınız kendinizi.” Hira söze girdi: “Merhabalar, ben Hira. Daha öncesinde başka bir firmada satış departmanında görevliydim. Çeşitli mülakatlar ve başvurum sonucunda buraya geldim. Umarım güzel şeyler başarabiliriz.” Bilal Hira’dan oldukça etkilenmişti. Kravatını düzeltti ve önünü ilikleyip: “Hoş geldin.” dedi. Yine ağzından kaçırmıştı. “Kahretsin” diye söylendi ve Hira “Anlamadım, tekrar söyler misiniz?” dedi. Bilal iyice gerildi ancak toplantıyı bırakıp gidemezdi. Hira’ya “Hayırlı olsun, umarım güzel şeyler başarabiliriz.” dedi. Gözü dünden beridir seğiriyordu. Hira’ya kötü gözükmemek için gözünü olabildiğince yukarıda tutmaya çalışıyordu, adeta bir kelebeğin çırpınışını andırıyordu göz kapakları. Ardından Sinem söze girdi “Toplantı bitmiştir!”
Herkes yemek arasına çıktı. Bilal Hira’nın yanına oturdu. Hira “Buradaki herkes senin düşmanın, ben seni tanıyorum, sen de beni ancak onlar kimseyi tanımıyorlar. Kendilerini bile.” dedi alçak bir sesle. Bilal ilkten duruma anlam veremedi ardından “Anlayamadım, sen nasıl sen dersin? Neden bana siz dedin? Ve nereden tanışıyoruz?” Hira sadece şunu söyledi ve masadan kalktı: “Çok yakında anlayacaksın.”
İş çıkışı Bilal eve gitti. Kafası oldukça doluydu. Hira ile olan konuşması onu iyice dalgınlığa sürüklemişti. Eve gitti ancak evde kimse yoktu. Saat sekize bir dakika vardı. Bilal söylendi “Nasıl olur, saat sekize bir var ve kimse yok. Olacak şey değil!” Çıktı ve bakkala anne ve babasının nerede olduğunu sormaya gitti. Bakkala girdiğinde bakkal da yerinde yoktu. Şaşkınlığı git gide artıyordu. “Aşkın ağabey! Aşkın ağabey! Neredesin?” diye bağırdı. “Ah,” diye söylendi içinden “birisi benimle büyük bir oyun oynuyor olmalı.” Daha sonra koşarak Davut Usta’nın dükkanına gitti. Kimse yoktu. Masanın üstündeki ayna da saat de yoktu. İş yerine gitmeye karar verdi. İş endişe verici bir hal almıştı. Koşarak oraya gitti. Nefes nefese kalmıştı. Ellerini dizlerine koyup soluklandı. Ardından içeri toplantı salonuna girdi. Normalde gece vardiyası çalışanları orada olurdu ancak karşısında Hira vardı. Bilal şaşkınlıkla sordu “Gece vardiyasında mısın?” Hira söze girdi “Nerede kaldın bunca zamandır?” Bilal aklını kaçırmak üzereydi. Bu sözlerin ve olayların bir anlamı olduğunu düşünmek istiyordu. Düşünemiyordu. Ellerini başının arasına aldı ve saçıyla oynamaya başladı. Sonra Hira’ya bakmak için başını kaldırırken masada duran ayna, saat ve gazozu gördü. Saat bozuk, ayna kırık ve gazoz boştu. Hira’ya karşı olan hoşlantısı merakının önüne geçemedi. Gözleri iyice seğiriyordu ve şu sözler döküldü ağzından: “Neredeyim ben?”
Hira cevap vermedi, bir süre Bilal saati inceledi, hala yanlıştı saat. Sonra Hira söze girdi: “Kaç aydır bu durumdasın, görmüyor musun şu halini baksana şu aynaya!” Aynayı aldı ve sert bir şekilde Bilal’in eline koydu. Bilal uzun uzun kendine baktı. Hira devam etti: “Ne diye beni görünce düzelttin kravatını? Çok mu önemliyim yoksa çok mu önemlisin? Ne diye bu savaş, yetmedi mi kalbinin ellerinde erimesi ve yetmedi mi bu kadar kişiyi öldürdüğün!” Bilal irkildi. Sadece dili tutulmuştu, artık sağ gözü iyice seğiriyordu. Aya kalktı ve bağırdı “Kimi öldürmüşüm! Saçmalamayı bırak artık! Nerede savaştıklarım ve nerede benden geriye kalanlar?” Hira söze girdi: “Görmüyor musun? Ne sen ne ben, biz değiliz bu hikâyenin başrolleri, sen bu hikâyenin başrolünü öldürdün: kendini.” Bilal sadece Hira’ya bakmakla yetindi ancak Hira daha fazla konuşmamak üzere şunları söyledi: “Sen gidiyorsun ve biz gidiyoruz. Onlar da gidecekler.” Hira odadan ayrıldı Bilal yalnız başına kaldı ve kravatını gevşetti. Uzun uzadıya söylenmeye başladı.
“Dokuz ay, tam dokuz ay. Gün ışığını hissedemiyorum tenimde. Soğuk dünyanın soğuk insanları. Soğuk mu? Neresi soğuk? Belki de benimdir soğuk olan. Tuhafım, inatçıyım… Bazen çok huysuzum. Keşke şu duygularımı alt edebilseydim. Keşke… Ama bir yolu yok bunun. Kalbim hala atıyor ve attıkça kararıyor. Dünya avuçlarımın içinde zannederdim ancak ben dünyanın avucundayım. Ne var şu deniz çığlıklarımı işitse. Ne var toprak benimle söylese kalbimde çalan şarkıları. Ne var ki? Ne var elimde? Kayıbım ben, aranıyorum günlerdir. Kimsenin haberi yok. Donarak ayrılacak ruhum bu dünyadan, mimiklerim dahi oynamayacak şu aynayı gördüğümde. Peki ayna? Aynadaki kim? Ben miyim bu surat? İfadelerim neden bu denli huzursuz ve duygularım… Neden bu denli çocuksu. Neyi kaybettim ben? Her şeyi kazanmıştım ancak bu-bu başka bir şey. Bu zafer bir yenilgi adeta. Yerde sadece ölü insanlar var. Doğru söylüyor Hira, onlar benim yüzümden bu halde. Belki bir gün tekrar buluşuruz Hira! Benliklerimin şarkısı, kumun sıcaklığı, denizin dalgaları ve senin sesin. Kim bilir, belki bulurum yine beni. Belki de seni, bizi ve onları…”
Son Yazılar
Hepsini GörSahne 1 (Salonda sessizlik hakimdir. Herkes kravatlarını düzeltir ve saat tam beşi vurduğunda masadan kalkarlar. Sadece Bilal ve Satış...
Yalnızlık üzerine yazılan pek deneme göremedim. En azından genel literatürde yer tutan “kült” denemelerde böyle bir yazı dikkatimi...
Arkamızdan nesiller üreyecek Farklı boylar, farklı tenler Ama ben burada olmayacağım Uzun bir süre, çok uzun... Sadece seni biraz daha...
Yorumlar